"Suç ve suçluluk duygusu yoluyla yasal bir düzenin içine çekiliriz: Yasa'nın öznesi, tanımı itibariyle potansiyel bir suçludur. Yasal yurttaşların evrenselliğini oluşturan bu ortak suçluluk duygusu bizi, yasalın (yasağın) kendi üzerine katlanarak iki misline çıkışına geri getirir - Yasa sadece yasaklamaz, aynı zamanda yasaklanır:
Yasa yasak demektir. Bu onun yasakladığı değil, bizatihi yasaklandığı, yasaklanmış bir yer olduğu anlamına gelir (...) yasaya ulaşılamaz ve onunla saygılı bir ilişki kurmak için, yasayla ilişki kurulması değil, ilişkiyi kesintiye uğratmak gerekir. Sadece yasanın temsilcileriyle, örnekleriyle, muhafızlarıyla ilişkiye girmek gerekir. Bunlar haberciler olduğu kadar kesintiye uğratıcılardır. Yasanın kim, ne ya da nerede olduğunun bilinmemesi gerekir.
Peki niye? Çünkü bilinseydi, yasa meşruiyetini kaybeder, yasadışı bir şiddet edimine dayalı temeli görünür hale gelirdi. (Kant'ın yasal düzenin kökenlerinin sorgulanmasını yasaklamasının sebebi işte budur.) Yasa'nın cani alt-yüzünün, tesis edilirken başvurulan 'mitik şiddet'in, Yasa'nın hakimiyetini her daim ayakta tutan şiddetin yasaklı kalması gerekir. Bu yasak (baskı), baskının teba ve/veya özneye aktarılmasıyla işler: Büyük Öteki'nin, Yasa'nın kendisinin suçluluğunu (müstehcen şiddetini) görünmez kılmak için, teba/öznenin biçimsel olarak suçlu olarak algılanması gerekir. Fakat bunun işleyebilmesi için, söz konusu aktarımın iki biçime bürünmesi gerekir: Birincisi, suçu bilfiil işleyen suçlu özne ve ikincisi, suçu işleyenin ediminin kendilerini öldürme gereğinden kurtarması dolyısıyla bundan nemalanmış bulunan masum görgü tanıkları. Bu bakımdan cani, neredeyse bir Kurtarıcı'dır, başkalarının yüklenmesi gereken suçluluğu bizzat üzerine almış biridir: Bir suç işlemek suretiyle, kendini büyük Öteki için feda eder - 'Suçu üzerime alıyorum ki büyük Öteki (Yasa) saf, lekesiz kalabilsin."